İsrail Başkonsolosunun kaçırılması/ Üst üste binen zamanlar

“`html

Bakırköy Marmaray istasyonuna doğru ilerliyordum. İncirli’den bindiğim minibüs, beklenmedik bir yerde durup “Bu sokak meydana iniyor” dedikten sonra oradan uzaklaştı.

Çevremdeki inşaatlar yüzünden başıma bir şey düşmeden bu sokaktan çıkmayı telaşla istiyordum. Aslında telaşlı yürümeyi hayatı sorgulamak olarak görenlerdenim. Genelde yola sakin bir şekilde çıkarım ve zamanın ritmine kendimi bırakırım; bu sayede hayatın yüklerinden bir nebze de olsa kurtulmuş olurum. Yolda ilerlerken, sanki nehir gibi akan hayatın tadını çıkarır gibi hissederim. Yanımdan geçen bir ses, kaldırım taşlarının arasından başını çıkaran bir kara hindiba, boynu bükük bir papatya ve havada duyduğum bir hanımeli kokusu… İşte bunlar, yürüyüşün yaşamı ne kadar renklendirdiğinin kanıtı.

Yürümek benim için sadece hareket etmek değil; yaşamanın ve hayatın derinliklerine dalmanın bir ifadesi. Sizce de, yürürlükte tutulan hayat kötü bir dil gibi gelmiyor mu? Ama hayatlarımıza dair hissettiğimiz mutluluk ya da hüzün, kimi zaman yürürlükten kaldırılan bir kural gibi elimizden alınıyor. Yürümek, bu kayıplara karşı bir direnç biçimi olarak ortaya çıkıyor. Sağda solda bakmak, selam vermek, eski ve yeni ile kucaklaşmak, insan ilişkilerini anlamak… Tüm bunlar birer yaşam dersi niteliğinde; çünkü kaybettiklerimizin arka planda kalmaması için dikkatle gözlem yapmak gerekiyor.

Marmaray istasyonuna ulaşınca, hemen trene binmek yerine tezgahtaki kitaplara göz atmaktan vazgeçemedim. Bu anı, telaşlı bir zamanı sakin bir zamana geçiş için bir köprü olarak değerlendiriyorum. Eğer trene aceleyle binsem, birikmiş hayat sorunlarımın ağırlığı altında kaybolacağımı biliyordum. (Çocukluğumda, beni trene bindirmekte ısrar ettiklerinde, “Atlayarak geçeceğiz!” derdim; üzerime gelinince ise ağlamaya başlayabilirdim.)

Tezgahın üzerinde öyle iki kitap vardı ki, sanki bana özel olarak yerleştirilmiş gibiydi: Adalet Ağaoğlu’nun “Damla Damla Günler”i ve Necip Fazıl Kısakürek’in “Canım İstanbul”u.

Canım İstanbul

“Damla Damla Günler”, 1969-1977 yılları arasında yazılmış bir günlük niteliğinde. Kitapları elime alınca her zaman yaptığım gibi rastgele bir sayfa açmayı tercih ettim; bu, çocukluk günlerimden kalan bir heyecanı sürdürüyor. İlk önce açtığım sayfadan dan sonra diğer sayfalara ilerleyecek ve o satırlardaki hikayeyi keşfetmeye çalışacağım. İlk olarak “Damla Damla Günler”den 19 Mayıs sayfası açıkta kalmıştı.

Güldüm, çünkü bir süre önce ziyaret ettiğim dairedeki okul, 19 Mayıs için yapılan provaları yoğun bir şekilde yapıyordu. Yanımdaki Müdür Bey’in ayarı kaçmış mikrofondan sesiyle rahatsız olduk. İşte apartmanın içinde geçen bu tür anılar çok kıymetli.

Özellikle sosyal medyada bıraktığımız izlerle etrafımızdaki reklamların sürekli bizi gözetlediği hissini yaşamak oldukça zorlayıcı. Açtığım sayfanın 1971 yılında 19 Mayıs’a ait olduğunu görmek ise oldukça ilginç bence. Çünkü tarih, takvimlerin ötesinde daha derin bir bağ kuruyor.

19 Mayıs:

“Önceki gün İstanbul Konsolosu kaçırılmış. Tüm tutuklamalar serbest bırakılmıyorsa o da serbest kalmayacakmış. Sıkıyönetim buna hayır dedi. Atatürk’ün Samsun’a çıkışı kutlanıyor. Bayram ediliyor; fakat nasıl bir bayram bu?” (s. 153)

24 Mayıs:

“Kaçırılan İsrail Konsolosu Epraim Elrom’un cesedi, önceki gün sabaha doğru Nişantaşı’ndaki bir apartman dairesinde bulundu. Beynine üç kurşun sıkılmış. Cenazesi dün Tel-Aviv’e gönderildi ve burada askeri bir törenle gömüldü. Katil hâlâ aranmakta. Sadece Bülent Nuri Esen, Uğur Alacakaptan, Tarık Zafer Tunaya, tutuklanıp sonra serbest bırakılanlar arasında.” (s. 156)

Adalet Ağaoğlu’nun sayfalarında kaçıranların kimliği hakkında bilgi yok. İsimler neden geçmiyor acaba?

Bir sahne hafızamda yer etmiş durumda. İlkokulda, evimiz askerler tarafından arandığında öğretmenimizin sınıfta bu durumu sorması çok tesirliydi.

Bu hatıramı netleştirmek için “İsrail büyükelçisinin kaçırılması” konusunda araştırma yaptım ve Vikipedi’den bazı bilgiler edindim:

Ölümü

İsteklerinin yerine getirilmemesi sonucunda THKP-C militanları Elrom’u öldürdü. Elrom, 23 Mayıs 1971’de Nişantaşı’ndaki Hamarat Apartmanı’nda ölü olarak bulundu. Olay öncesinde elleri ve ağzı bağlı olarak bulunmuştu. Olaydan sonra kaçan THKP-C militanlarını Yılmaz Güney sakladı. Maltepe’de ağır yaralı olarak yakalanan Mahir Çayan, savcılığa ilk ifadesinde Elrom’u kendisinin öldürdüğünü söylese de sonrasında bunu değiştirdi ve öldüreni bilmediğini öne sürdü. Sonradan ise İlyas Aydın ismini verdi. Selimiye Kışlası’ndaki davada jandarma, Çayan’dan Bardakçı’ya verilmesi hedeflenen bir pusulayı ele geçirdi; pusulada da İlyas isminin yazılı olduğu görüldü. Ancak, aynı davada sanık olan Necati Sağır, İlyas’la aynı evde kaldığını ve bu durumu birlikte öğrendiklerini açıkladı.

Değerlendirmeler

Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu, 12 Eylül Darbesi sonrasında 17 Eylül 1980 tarihinde yayımladığı yazısında, 12 Mart dönemini eleştirirken Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın gerçekleştirdiği eylemleri “bireysel terör” olarak tanımladı. Mumcu, Elrom’un kaçırılıp öldürülmesinin Türk soluna, işçi sınıfına hizmet etmediğini savunarak, böyle bir durumun 12 Mart zulmüne zemin hazırladığını ifade etti. THKP-C’yi “terör örgütü” olarak görüp, silahlı eylemlere dair çözüm yollarının barışçıl olması gerektiğine vurgu yaptı:
“Solun yürüyüşü, yasal sınırlar içinde olmalıdır. Adam öldüren bir solculuk, hainlik ve halk düşmanlığıdır!”

Günlüğünde yeralmayan bilgileri dijital platformlarda “şimdilik” tamamlıyoruz. Peki ya sonra?

Algoritmaların, güç odaklarının yönlendirmesiyle şekillendiği ve gerçek ile yanıltıcı bilgi arasındaki sınırların belirsizleştiği bir dünyada hızla ilerlerken… Ya sonra?

Merhum hocam Prof. Dr. Nihat Keklik, İslam tarihi ve düşüncesi üzerine çalışan oryantalistlerin metinlerini güvenilir biçimde oluştururken gerçek niyetlerinin fark edilmemesi için gizemli hale getirdiğini söylerdi.

Yapay zeka çağında hakikati bulmak giderek zor bir hâl alacak. İçsel karmaşa ile başa çıkmanın ilk adımı, doğru soruları sormaktan geçiyor. Doğru soruları sorabilmek için bilgi ve kelimelere muhtaçız. Kayıplarımız ise bu yolculukta acı verici bir durum.

Bilgi üretimi ile “içerik üretimi” arasındaki farkı göz ardı ederek, toplumun gündemini sıradanlaştıran haberlerle yola devam ediyoruz. Evet, yanlış okumadınız; “Rizeli Emine Teyze ne pişireyim diye yapay zekâya sordu” başlıklı haber bile ana haber bültenlerine konu olabiliyor.

“`

Related Posts

Kira artışı öğrencileri vurdu: Uzmanlardan kritik sözleşme uyarısı geldi

İstanbul’da kiralar öğrenciler için adeta kabusa döndü. Beşiktaş’ta 50 bin TL’ye dayanan fiyatlar gençleri zorlarken, uzmanlar “sözleşme imzalamadan önce dikkat” uyarısı yapıyor.

Bilecik’te Genç Çiftlere İndirim Projesi

Bilecik’te evlilik hazırlığı yapan gençler için indirimli alışveriş sağlayan proje hayata geçti.

Damla Kent sertifikaları bugün borsada işlem görmeye başlıyor

Başakşehir ve Sultangazi arasındaki Damla Kent projesine ilişkin sertifikalar bugün Borsa İstanbul’da işlem görmeye başlıyor.

Konut piyasasında Temmuz sürprizi

TÜİK verilerine göre konut satışları Temmuz ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 12,4 oranında artarak 142 bin 858 oldu. Konut satışlarında böylece yılın en yüksek aylık rakamı görüldü.

Gram altın ne kadar oldu?

Altın fiyatları, yeni güne yükselişle başlayarak yatırımcıların ve hediyelik takı almayı planlayanların ilgisini çekti. Kapalıçarşı’dan gelen güncel verilere göre canlı altın fiyatları grafiği ve alış-satış tablosu anlık olarak güncelleniyor. “14 …

Borsa güne yükselişle başladı (13 Ağustos 2025)

Dün satış ağırlıklı bir seyir izleyen Borsa İstanbul’da BIST 100 endeksi, günü yüzde 0,76 değer kaybederek 10.954,50 puandan tamamladı. Açılışta BIST 100 endeksi, önceki kapanışa göre 5,71 puan ve yüzde 0,05 artışla 10.960,22 puana çıktı. Bankacılık …